Karikatür Yarışması’nın töreninde, ödülümü almak için sahneye çıktığımda ön sıradaki izleyicilerin arasında gördüm onu ve hemen tanıdım. Aklaşmış saçlarını arkadan topuz yapmış, yaşlılıktan küçülmüş boyuyla oturduğu koltukta neredeyse kaybolmuş ama gözleri ışıl ışıl, heyecanla alkışlıyordu beni. Yakasında Atatürk’lü küçük bir altın madalya vardı. Tören bitip, bakan, vali, gazete yöneticilerinin de içinde bulunduğu davetliler kokteyl masalarına doğru giderken o yerinde yalnız kalmış ve bu vesileyle ben de yanına yaklaşmıştım. Eğilip, “Bana bir Cumhuriyet öğretmeninin elini öpmenin şerefini verir misiniz?” dedim, heyecanla. Elini uzattı. “Ah evladım” dedi. “Bizden o kadar az ki ödül alan, hep yabancılar… Biraz üzüldüm buna”. Gerçekten de o yıl sadece Şevket Yalaz’la ben mansiyon alabilmiştik. Onu teselli etmek için, “Hocam” dedim. “Ben bu yarışmada iki yıl önce birinci oldum. Geçen yıl ikinciydim. Bu sefer de başarı ödülü aldım. Ayrıca bu yıl Amerika’da altın madalya verdiler bana. Daha güzel şeyler yapanlar çok ama basın yeterince ilgi göstermiyor. Duyamıyorsunuz bu yüzden”. Gülümsedi. Koluma girip ağır adımlarla diğer davetlilerin yanına doğru yürüdük. “Sizi yıllar önce TRT 2’deki bir programda görmüştüm, “Cumhuriyet’e Kanat Gerenler”. Büyük bir zevkle izlemiştim o programı. “Ah evet, evladım. Ben Gelibolu’da küçük bi çocukken Atatürk’le tanışmış, onun isteğiyle öğretmen olmuştum” dedi gururla, “Hala Milli Eğitim Bakanlığı’nda danışmanlık yapıyorum, zaman zaman”. O sırada karşıdan yeğenlerim belirdi. Onları tanıştırdım kendisiyle, “Bunlar sizin genç öğrencileriniz, hocam”.
Televizyon programında anlattığı bir olay hala belleğimde. Heybeliada’da öğretmenlik yaparken Cumhuriyet Bayramı törenlerine ada halkının pek ilgi göstermediğini görmüş, üzülmüş buna. Hemen balıkçı kahvelerine gidip, kapı kapı dolaşıp tören yerine çağırmış adalıları. Bu çabası başarılı olmuş. Sonraki yıllarda adalılar törenlere katılmaya başlamışlar. Mengü Ertel, “Bu Cumhuriyet sizi unutmayacak, Refet Öğretmen” diye bitirmişti programı.
Törenin ilerleyen vakitlerinde gözüm tekrar aradı onu. Fakat yağmurlu İstanbul gecesinde sessizce ortadan kaybolmuştu…
Geçen yıl öğretmenler gününde bir huzurevinde yattığını okudum. Çiçek göndemek için adresini bulmaya çalıştım ama kendisine ulaşamadım. Ve bugün, bir gazetede küçük puntolarla onunla ilgili acı haberi gördüm: “Cumhuriyet’in son Çalıkuşusu”.
Büyük bir idealle emek verdiğiniz Cumhuriyet’i bilemem ama ben sizi unutmayacağım hocam…
” Bre ahmaklar… Çalıkuşu namıyla maruf Feride, bir roman kahramanıdır. Üstelik, İstanbullu varlıklı bir ailenin kızıdır. Aşk kırgınlığı yaşayınca, çevresinden kurtulmak için Anadolu’ya öğretmenlik yapmaya gider, İstanbul’a dönüp çocukluk arkadaşı, teyzesinin oğlu Kamuran’la evlenince de ne eğitimcilik kalır ortada ne kahramanlık!
Üstelik… Çalıkuşu, bir Osmanlı öğretmenidir! Cumhuriyet dönemiyle hiçbir ilgisi yoktur. Romanın yayınlandığı yıl, 1922…”
http://sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2010/02/04/calikusu_feride_bir_osmanli_ogretmeniydi