İbrahim Tatlıses’i ilk kez Cerrahpaşa Hastanesi’nin acil servisinde görmüştüm. Tıpkı benim gibi o da bir yakınını ziyaret için oradaydı sanırım. Parlak gri takım elbisesinin içinde endişeli bir ifadesi vardı.
Onu ikinci görüşüm ise 1996 yılında memleketi Urfa’da olacaktı. Çalıştığım ajansın bir müşterisi Güneydoğu konserlerine sponsor olmuş, ben ve metin yazarı arkadaşım Muhsin de tanıtım kampanyasını yapmıştık. Uçağımız Ankara’da uzun süre önemli birinin binmesini beklemişti. İner inmez yüzümüze sıcak bir havanın vurduğu Urfa Havaalanı çıkışında bazı siyah gözlüklü, takım elbiseli adamların bir masaya gidip “emanet” dedikten sonra silahlarını almaları dikkatimi çekmişti. Sonradan öğrendiğime göre Ankara’da beklediğimiz ve birlikte uçtuğumuz kişi dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’dı.
Urfa, benim gibi doğuyu bilmeyen bir İstanbul çocuğu için çok ilginç bir yerdi. Mimarisiyle, insanlarının yöresel kıyafetleri ve konuşmalarıyla, taş konaklardaki küpeli güvercinleriyle sanki Türkiye’nin bir şehri gibi değildi. Halil-ür Rahman Camisi’nin avlusundaki Balıklı Göl kenarında dolaşırken küçük bir çocuk Hz. İbrahim’in hikayesini anlattı bize, yöresel şivesiyle. Peygamberi yakmak için Nemrut’un hazırlattığı ateş bu gölün suyuna, odunlar da balıklara dönüşmüştü. Bu bilgilere karşılık, tipik bir turist olarak küçük rehberimize para vermek istemiş, kabul etmeyince utandırmıştı bizi.
Yaşlı çınar ağaçlarının gölgelediği Gümrük Han’ın avlusunda kendine özgü küçük taburelere oturmuş, mırra denilen koyu kahveden içerken kalabalık bir grupla İbrahim Tatlıses belirdi birden. Çay bahçesinin ortalarında bir masaya oturup domino oynamaya başladı yaşlı birisiyle. Urfalılar için o sadece bir efsane değil, sanki bir ermiş gibiydi. Etrafındaki abartılı ilgiden rahatsız bir hali vardı. Alkış sesleriyle ayağa kalktığı sırada ezan okunmaya başladı. El işaretiyle etrafındakileri susturdu. Bu sefer “lebbeyk” nidaları yükseldi çevresinden. Geldiği gibi aynı kalabalık grupla birlikte tarihi Halıcılar Çarşısı’na yöneldi. Biz de bu arada kalkıp çarşının diğer taraflarını keşfetmeye gittik.
Bir arkadaşıma tütün alırken ortalık karıştı birdenbire. Kötü haberi etraftaki esnaftan öğrendim. İbrahim Tatlıses’in aynı zamanda akrabası olan bir koruması çarşıda birisini öldürmüştü. Söylentiye göre bir halıcıyla tartışırken “susturun” demiş, koruması da silahına davranıp anında susturmuştu.
Panik içindeki organizatörün uyarısı üzerine otelimize gidip bir süre orada bekledik. O akşam şehir stadında yapılacak olan konser tabii ki iptal olmuştu. Ertesi sabah çarşıya gidip esnafa baş sağlığı diledik. Olay hakkında sorumlu hissediyorduk kendimizi. Sonra da ilk uçakla İstanbul’a geri döndük.
Şu an İbrahim Tatlıses başına saplanan bir Kalaşnikof mermisininin etkisiyle hastanede yoğun bakımda. Arkadaşım Muhsin Kızılkaya ise PKK’nın ölüm tehdidi yüzünden polis koruması altında yaşamak zorunda. Yıllar sonra bugün geri dönüp baktığımda silahların hiç susmadığını görüyorum ülkemizde. Ne dersiniz, ateşin suya, odunların balığa dönüşmesinden daha mı zor bunu gerçekleştirmek?.. (NY)