KÜTÜPHANE

Çocukluğumu geçirdiğim mahallede iki tane kütüphane vardı, Yusufpaşa ve Hekimoğlu Ali Paşa. Tıpkı isimleri gibi Osmanlı’dan kalma tarihi binalardaydı bunlar.

Yusufpaşa’ya üzerinde ne yazdığını okuyamadığım kitabesi olan kemerli küçük bir kapıdan girilidi. Daracık merdivenlerden yukarı çıkılıp içi kum dolu yangın kovalarından sola dönüldüğünde çocuk bölümünün olduğu ve sarı ampullerin aydınlattığı loş bir odaya ulaşılırdı. Dört tarafı kitaplıkla kaplı odanın sokağa bakan pencere tarafında her zaman ciddi bayan kütüphane memurunun masası bulunurdu. En değerlisinin Meydan Larousse olduğu ansiklopediler onun arkasında yer alır ve ancak izin isteyerek alınırdı. Tam ortada kışın odun yakılan bir soba odayı ısıtır, sadece kitap hışırtılarının duyulduğu sessizlik bazen uykumu getirirdi. Kitaplar genelde eski ve kapları dayanıklı olsun diye sanırım kalın bir kartonla kaplanmış, sırtları beyaz mürekkeple elle yazılmıştı. Rengarenk kapaklarının olmaması çok da önemli değildi benim için. Tutkal kokulu her kapağın arkasında beni başka dünyalara götüren hazinelerin saklı olduğunu bilirdim çünkü. Bir çok yerli ve yabancı klasiği buradan ödünç aldığım kitaplardan okumuştum. En sevdiklerim, eski sararmış sayfalarıyla küçük boy Varlık Yayınları’ydı.

Hekimoğlu Ali Paşa, kendi adını taşıyan camiinin avlusunda, eskilikten aşınmış merdivenlerle çıkılan kubbeli, taş bir binadaydı. Muhtemelen yüzlerce yıldan beri, külliyenin bu köşesinde kütüphane olarak hizmet veriyordu. Belki de bahçedeki selvi ağaçlarının gölgelediği çeşit çeşit kavuklu mezar taşlarının altında yatanlar da nice el yazması kitaplar okumuştu burada, kimbilir. İçeride, ahşap oymalı, bir kitap rafı vardı. Buranın en sevdiğim tarafı, Hürriyet Gazetesi’nin eski nüshalarının ciltlerine sahip olmasıydı. Bazen okuldan sonra bunlara bakar, Türkiye’nin yakın tarihinde zaman yolculuğuna çıkardım.

Lise ve üniversite hayatım boyunca bu iki kütüphaneye gitmemiş, varlıklarını bile unutmuştum. Uzun yıllar sonra önünden geçerken Yusufpaşa’nın kapanmış olduğunu gördüğümde içimi bir üzüntü kaplamıştı. Tekrar zaman yolculuğuna çıkmak için Ali Paşa’nın taş merdivenlerinden yukarı çıkmış ama artık buranın da başka bir devlet kurumu olarak görev yaptığını görmüştüm.

Biraz önce, Google’da adımı soyadımı + library kelimesini yazdığımda, resimlediğim kitapların Amerika’nın hatta Kanada’nın adını hiç duymadığım yerlerindeki kütüphanelerinde yer aldığını gördüm. Sevinçle birlikte biraz da gurur verdi bana bu. Ama bir o kadar da hüzün. Halbuki kitaplarımın, çocukluğumun geçtiği mahallemizin eski kütüphanelerinin ahşap raflarında olmasını o kadar çok isterdim ki… (NY)